20 Şubat 2015 Cuma

Kitap Hırsızı





Vizyon Tarihi : 7 Şubat 2014
Yönetmen      : Brian Percival
Oyuncular     : Geoffrey Rush , Emily Watson , Sophie Nélisse , Joachim Paul Assböck , Kirsten Block
Tür                  : Dram
Süre                : 2s 11dk
Ülke                : ABD , Almanya

HiperBetty Yorumu:

Bu soğuk günde film izlemek isteyenlere çok güzel bir tavsiye, Kitap Hırsızı... Filmi izlerken bu küçük kızın kitap sevgisinden çok etkilendim. Sıcacık çayınızı yada kahvenizi alarak battaniyenin altına girin ve Liesel'ın hüzünlü hikayesinde kendinizi kaybedin...


İkinci Dünya Savaşı sırasında 9 yaşında olan Liesel, Almanya'da bir ailenin manevi kızı olur. Ailesini çok sever. Bir gün kapı çalınır ve Max adında davetsiz bir misafir gelir. Onun sayesinde Liesel'ın kitaplarla ilgili karşı koyamadığı yolculuğu başlar...

Keyifli Seyirler...

17 Şubat 2015 Salı

Adaya Gerek Yok Ülke Zaten Survivor!


Tek düşünebildiğim o... Özgecan... Daha hayatının baharında gencecik bir beden ve en güzel çağında yaşamak zorunda oldukları...

Korkudan titremiş midir? Yoksa şoka girip kaskatı mı kesilmiştir? En son aklına gelen şey nedir? Üşümüş müdür gencecik bedeni? Bir cana kıyacak kadar aciz mi çaresiz mi erkekler? Peki ya baba olmak bir erkeği daha merhametli yapmaz mı? Bir baba olarak cana kıydığı kızın babası hiç mi aklına gelmez? Bu kadar mı kolay gözü dönmüş, İNSAN dışı bir varlık olabiliyor bu erkekler?

Anlayamıyorum... Gerçekten bu ülke erkeklerini anlayamıyorum. Bu ülke için müslüman ülke diyorlar, muhafazakar ülke diyorlar (öyle ya %50 muhafazakar, öteki tarafı garantilemişler, eminler), her kandilde camiler dolup taşıyor, Ramazanda ülkece oruç tutuluyor (tutmayanlar aforoz ediliyor), her cuma erkekler camilerde vaaz dinliyor, küçücük yaşta çocuklar sübyan okullarına dinlerini öğrenmeleri için gönderiliyor, herkes birbirine fetva vermeye bayılıyorken Allah'ın bir kulunu parmağının ucuyla bile ittirmenin kul hakkına girdiğini ve Allah'ın katında tek affedilmeyecek olanın kul hakkı olduğunu bile bile nasıl onun verdiği canı onun rızası olmadan almaya kalkar insanoğlu? Nerede kaldı müslümanlık? Nerede kaldı nefse hakim olmak?

Etek giymeselerdi, saçı açık olmasaydı, kaşı gözü boyalı olmasaydı, dışarı çıkmasaydı, okumasaydı... Bunlar sizin kendi suçunuzu, sapık düşüncelerinizi kabul edilebilir göstereceğini düşündüğünüz bahanelerden ibaret sadece... Kadını eve kapatmak isteyen zihniyet, suç kadında mı yoksa hakim olamadığınız nefsinizde mi? Çünkü gerçek müslüman olsanız ki öyle olduğunuzu iddia ediyorsunuz ya “Günah =Günah” tır bunu bilirdiniz. Günah olan şeylerin hepsi keskin bir çizgiyle belirtilmiştir. Hiçbir sebep sizin günah işlediğiniz gerçeğini değiştiremez. Sizi günah işlemeye iten tek şey ise sizin sapkınlıklarınızdır. Hepimiz pekala biliyoruz ki sadece açık olan kadınlar değil tacize, tecavüze uğrayanlar. Erkekler, atlar, köpekler, eşekler de mi etek giyiyor? Bu yüzden boş yere kimse zırvalamasın!

Bir kadın ve bir kız annesi olarak çok öfke doluyum. Tüm yitip giden canlar için, bitmek bilmeyen bu kan emiciler yüzünden canlarının bir parçasından ayrılmak zorunda kalan aileler için, her olayla ülkesinden daha da soğuyan duyarlı insanlar için bunları yaşamamıza sebep olan beyinciklere çok öfke doluyum.

Kızıma her baktığımda gözlerim doluyor, uyuyamıyorum... Özgecan'ın annesinin acısını yüreğimin en derin kuytu köşesinde bile hissederken nasıl uyuyabilir ki insan...

Bizler çocuklarımızı nasıl daha iyi bir İNSAN olarak yetiştirebiliriz derdindeyken, koklamaya kıyamadığımız bu emanete nasıl daha iyi bir gelecek sağlayabiliriz endişesi yaşamamalıyız! Hiçbir anne baba çocuğu evden çıkınca “acaba sağ sağlim eve dönebilecek mi?” endişesi yaşamamalı!

Daha 20 sinde, hayatının baharında soldu bir annenin koklamaya kıyamadığı çiçeği... Daha yaşayacak ne günleri vardı... Okuyordu, insanlara daha yararlı bireyler olması için yardım edecekti, belki toplumumuzda çok önemli biri olacaktı, belki çok sevecek ve sevilecekti, hatta bir gün bir kızı olacaktı belki de... Ama bunların hepsi hunharca elinden alındı.... Ne için? Bir dakika belkide bir saniyelik bir zevk için! Buna zevk denebilirse tabii...

Bu ülkede her şey gri oldu artık... Böylesi güzel bir ülkede yaşamaktan soğuttular bizi... Böylesi naif, yardımsever, sıcak kanlı, iyi huylu, edepli, misafirperver yetişmiş bir toplumu bu hale getirenler vereceğiniz hesaptan korkmadan nasıl başınızı koyabiliyorsunuz yastığa?

“Havasına suyuna taşına toprağına
 Bin can feda bir tek dostuma
 Her köşesi cennetim ezilir yanar içim
 Bir başkadır benim memleketim”

Böylesi dizelerin yazıldığı bu ülkede yaşamak bu kadar zor olmamalı... Burası Survivor değil, Türkiye!

Bu ülkenin tekrar yeşermeye ihtiyacı var. Kuruyan köklerinin tekrar canlanması gerek! Edep, haya, sorumluluk, iyilik, empati, sevgi, hoşgörü duygularının yeniden yeşermesi lazım çocuklarımızda ve tüm insanoğlunda... Dünya üzerindeki yaşama hakkı olan her varlığa saygı duymayı öğrenmesi lazım insanoğlunun. İNSAN olmayı öğrenmesi lazım insanoğlunun. Zeka her insanda var! Onu geriletmeye değil, ilerletmeye ihtiyacı var insanoğlunun.

Akıl ve düşünme yetisi Allah'ın bize bir lütfudur. O olmasa hayvandan farkımız ne? Verdiği bu lütfu Allah bize yarattığı canlılara zarar verelim diye mi verdi? Bir düşün! Bir düşün ve silkelen.

Kafi değil mi bu yitip giden canlar? Artık hiçbir çiçek dalından koparılıp, solmasın; hiçbir ocağa ateş düşmesin. El birliğiyle yeşertelim ülkemizi ne olur? İnsan gibi İNSAN olalım ne olur?

Özgecan için... Özgecanlar için....



10 Şubat 2015 Salı

Kahve Kokusunu Takip Et...




Geçen hafta Perşembe günü dostlarımla ufak bir Taksim gezisi yapalım da eski günleri yad edelim dedik. Sabah 08:30'da attık kendimizi yollara... Metro, marmaray ve yine metro derken saat 10:00'da Taksim meydanındaydık. Televizyonda da görmüştüm Taksim'in son halini ama kendi gözlerimle de gördüğümde tek kelimeyle ağzım açık kaldı. İlk cümlem “Ne kadar sevimsiz” oldu. Gerçekten ne olmuş Taksim'e öyle? Bu kadar sevimsiz bu kadar çirkin yapmak için çok uğraştılar mı acaba? Tez zamanda yeşermesi ve daha sevimli bir hale dönüşmesi dileğiyle...

Sabah erkenden yollara düşünce, kahvaltı yapmadan çıktık haliyle... Simit kokularını takip ederek Simit Sarayına kendimizi attık. Gün içinde gideceğimiz tüm mekanları kararlaştıran bendim ama kahvaltı için bir mekan düşünmedim. Çünkü bir an evvel kahvaltıyı aradan çıkartıp, damağımı benim için çok daha önemli olan bir şeyle buluşturmam gerekiyordu. Ayrıca size bir sır vereyim, açken ben ben değilim :) Açken genelde agresif ve sabırsız olduğumdan yemek işini hemen geçmem lazım.:) Spesyal sucuklu böreği ve patatesli böreği oldukça güzeldi. Havanın da çok güzel olması nedeniyle sabah sabah terasta, açık havada kahvaltı keyfi yaptık.

Kahvaltı işi bittikten sonra İstiklal Caddesi'nden aşağıya, Beyoğlu'na doğru salınmaya başladık. Gideceğimiz yer belliydi. İstanbul Coffee Festivalinden beri gitmeyi düşündüğüm bir yerdi. Galata Lisesi'nden sola dönün ve lisenin bahçe duvarı bittikten sonra yanlış hatırlamıyorsam ikinci dükkana direk dalın:)



Burası neresi? İstanbul Coffee Festivali'nde düzenlenen SCAE Türkiye Kahve Şampiyonasına katılıp Türkiye Barista Şampiyonu olan “Kahve Kokan Adam” lakaplı Özkan Yetik'in şampiyonaya katıldığı cafe olan Coffee Brew Lab...

Küçük ama çok şirin bir mekan. Kesinlikle daha çok şubesi olması lazım. 3-4 masalık bir bahçesi var. İçeri girince de küçük bir alana sahip olduğunu görüyorum. Ama hiç rahatsız etmiyor. Tek aklıma gelen “Buraya tenha saatlerde gelmek lazım, yoksa oturmak için sıra beklemek zorunda kalabilirim” oldu. Havanında güzel olması sebebiyle dışarıda oturmaya karar veriyoruz. Masamız ile kaldırımı ayıran bir sarmaşık var. Güneş o kadar güzel nüfuz ediyor ki mekana sırf bu nedenle bile yaz günlerinin aranılan mekanı olmaya aday bence. Yanımıza çıtı pıtı bir kız geliyor. O gün başlamış işe pek bir heyecanlı ve sevimli. Hayırlı olsun dileklerimizi iletip lattemizi söylüyoruz. Latte sanatı da yapılan bu cafede bir çok kahve çeşidi var. Lattemiz geldiğinde ise nefeslerimizi tutuyoruz. :)



Aslında barista şampiyonu elinden içmek çok güzel olurdu latteyi ama kendisi o an yoktu. Orada olan arkadaş da oldukça başarılı bir iş çıkarmıştı zaten. Arkadaşlarım da onları buraya getirdiğim için döne döne teşekkür ettiler:) Dedikleri aynen şuydu: “ Bu güne kadar latte içmemişiz” :) Benim düşüncelerimin ifadesi ise “Nitelikli kahve diye bir şey varsa kesinlikle onu parmaklarımın arasında tutuyorum” şeklinde oldu.

Fiyatları da oldukça iyiydi. Ben küçük boy coffeelatte aldım 7.50 TL ödedim. Ve küçük dediysem baya evdeki kahve kupalarımız kadar bir şeydi. Servis ve sunuma gelirsek resimler yeter zaten her şey süperdi. Damağımda hissettiğim kahve tadını bir daha unutamayacağım sanırım. İçerde kahve yanında tüketmek için tatlılar da vardı ama biz daha yeni bir şeyler yediğimiz ve bir sonraki durakta tatlı yiyeceğimiz için tatmadık. Bir daha ki sefere artık.

Lattem bitince her güzel şeyin neden bir sonu olduğunu bir kez daha sorgular oldum :) Hesabı ödedim, son kez mekana baktım ve bir sonraki gelişimin ne zaman olacağını hesaplayarak Coffee Brew Lab'tan ayrıldım...


Oradan nereye mi gittik? O da pek yakında ;)