31 Aralık 2014 Çarşamba

2015'e Saatler Kala Yeni Yıl İçin Dilediklerim....



Eğer gittiğiniz her Avm'de yılbaşı süslerini, hediyelik eşyaları gördüğünüzde heyecanlanıyorsanız, evin bir köşesine yada duvarına çam ağacınızı kurmuşsanız, yılbaşı akşamını nasıl geçireceğinizi, ne giyeceğinizi, nerde olacağınızı hayal etmekten kendinizi alamıyorsanız ve yeni yıla ait beklentilerinizi düşlüyorsanız o zaman siz de benim gibi 2014'ü çoktan geride bırakıp, yepyeni bir yılın gelişine sevinenlerdensiniz.

İçinde yeni sıfatının geçtiği herşey insanoğlunu heyecanlandırırken yeni yılın heyecanlandırmaması olanaksızdır zaten. Geride bıraktığımız yıla konsantre olursak önümüzdeki yıla ve hedeflediğimiz hayallerimize nasıl konsantre olacağız?

2014 Nasıl Geçti?

Genel anlamda düşündüğümde ben 2014'ü hiç sevmedim.Son zamanları haricinde... Harbiyiyorum ile tanışmama vesile olduğu için Kasım ve Aralık ayına bir de sufleye çok minnettarım :) Aralık ayına damgasını vuran Black Sunday Sale ve İstanbul Coffee Festivali de bu senin en güzel olaylarıydı bence... 

Ama gerek insanoğlu, gerek ülkemiz adına ve kendi adıma hayal kırıklığı bol olan bir seneydi!


Herkesin olduğu gibi benimde 2015'ten beklentilerim var :)


Öncelikle dün yağan kar yağışı yetmedi bu yüzden 2015 senden karlı günler bekliyorum :)

Şehir Tiyatrolarının, Devlet Kütüphanelerinin ve yeşilin her tonunun ülkemde yaygınlaşmasını diliyorum.

Tv kanallarında yayınlanan programların daha seçkin, insanı yobazlaştırmayan, suça teşvik etmeyen, daha çok hoşgörü, tevazu, bilgi, görgü, insanlık aşılayan programlar olmasını diliyorum.

İnsanların kendi iç huzurlanı bulmalarını ve daha mutlu olmalarını diliyorum.

Ticari kurumların vizyonlarının sadece dış müşterilerini değil iç müşterilerini(çalışanları) de gerçekten önemsediği, sosyal aktivite adı altında göstermelik zorunlu eğlenceler haricinde iç müşterilerinin gerçek duygusal ihtiyaçlarını karşılamalarını , göstermelik değil gerçekten mutlu çalışma ortamı sağlamarını diliyorum.

İnsanoğlu olarak göründüğü gibi değil olduğu gibi görünen ve bundan çekince duymayan, yargılamayan, yadırgamayan, yaftalamayan, ötekileştirmeyen, kin gütmeyen, yaratılışa ve doğaya aykırı olmayan, araştıran, öğrenen, gerektiğinde doğruyu bulmak için sorgulayan, tebessümün yüzünden eksik olmadığı, iyi niyetli, yardımsever bireyler olabilmeyi diliyorum.

Güç savaşlarının olmadığı bir yıl diliyorum.

Tek çıkarın sevgi olduğu bir yıl diliyorum.

Çocuklarımız için gelecek kaygısı duymayacağımız bir yıl diliyorum.

Anne babaların ve çocukların sınav sitresi yüzünden yıpranmamasını diliyorum.

Bilimin her alanında çığır açan bir ülke olmamızı diliyorum desem çok şey istemiş olur muyum bilmem ama istersek yapamayacağımız şey yoktur :)

Ve tabi ki herkes için gerçek aşkı, gerçek dostluğu, gerçek sevgiyi hücrelerine kadar hissedebileceği, ayaklarınızı yerden kesen müjdelerle dolu bir yıl diliyorum. Tabii kendim için de :)

Siz de benimle dileklerinizi paylaşmak isterseniz yorumlarınızı bekliyorum ;)

Yeni yılınız kutlu, mutlu, musmutlu olsun...




Böyle bir gün müziksiz olmaz dedim ve bugün için size iki şarkı seçtim umarım beğenirsiniz Mindy Gledhill - TheChristmas Song, Mindy Gledhill - I Do Adore keyifli dinlemeler ;)

24 Aralık 2014 Çarşamba

Kahve Bahane Festival Şahane...



İstanbul 25-28 Aralık tarihleri arasında süper bir etkinliğin gelenekselleşmesi için ilk adımı atacak. İstanbul Coffee Festivali tüm kahve severler için her yıl düzenlenecek geleneksel bir şölen olacak.

Kahvesiyle özdeşleşmiş bir toplum olarak böyle bir şey yapmakta geç bile kaldık. Neyse ki DSM Group tarafından böyle bir etkinlik yapılmakta. Festivale ev sahipliğini, Karaköy’deki Galata Rum Okulu yapacak. Karaköy Karaköy olalı böyle altın bir çağ yaşamamıştır herhalde. Kafeleri, etkinlikleri ile hafızalarda ki imajını oldukça iyi bir şekilde değiştirdi.

Bir çok önemli markanın da etkinlikte yer alacağı İstanbul Coffee Festivalinde yok yok... SCAE Türkiye Kahve Şampiyonası, LAB.lerde sektörün duayenlerinden kahve ile ilgili bilgilendirme, Profesyonel baristalardan gösteri ve sunumlar, bol bol tadım ve ikramlarla kutlanacak kafein bayramının yanı sıra yeni yıla özel avantajlı fiyatlarıyla tasarım ürünler, interaktif workshoplar, seminerler, akustik konserler, sanat sergisi ve daha birçok ilgi çekici etkinlik yapılacak. Benim ilgimi çeken çok fazla şey var ancak gidecek olsam ilk olarak Lab. Odalarındaki etkinliklere katılmak isterdim. Bir de elime bir kahve verip akustik müziğin yanına oturtsunlar ve diğer elime de bir kitap verip beni orada unutsunlar isterdim :)

Vel hasıl bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı varsa, kahve severlerin bugüne kadar içtikleri kahve sayısı hatırına böyle bir festivali kaçırmamaları gerektiğini düşünüyorum. Sabah uyandığınızda alacağınız her kahve kokusu sizi oraya sürükleyecek zaten :)

Hala bilet almayanlar için biletler Biletix'de.


22 Aralık 2014 Pazartesi

Sıradışı Alışveriş Tutkunları İçin Black Sunday Sales X-Mas..


Gün geçmiyor ki güzel ülkemde ilginç olaylar olmasın... Ama bu sefer bahsedeceğim şey ilginç olduğu kadar güzel de olan bir şey.... Akıllı, yaratıcı ve enerjisi oldukça yüksek bir grup güzel bayanın önderliğini yaptığı bir başarı öyküsü...

Black Sunday Sale X-Mas...

Amerikalılar’in Black Friday’i varsa bizim de Black Sunday‘imiz var sloganıyla geçtiğimiz pazar Karaköy Tükkan'da bir etkinlik düzenlendi. Bilmeyenler ve merak edenler için Black Friday, Amerikada Şükran Günü'nden sonraki Cuma gününe denir. O gün bir çok marka, alışveriş tutkunları için inanılmaz indirimler yapar. Tam bir alışveriş çıkgınlığı yaşanır. İlk olarak 1961 yılında yapılan etkinlik günümüzde bir çok ülkede yaygınlaşmıştır. X-mas ise aslında christmas demektir. Christmas hristiyan olmayan geniş kitlelerce de kutlanıldığı için bu kelimenin dini anlamından sıyrılması için türetilmiş bir kelimedir. Bu bilgilerden sonra gelelim Black Sunday Sale 'e :)



Güzel bir mekanda güzel katılımcıların olduğu ve o soğuk ve yağmura rağmen akın akın insanların geldiği çok güzel bir alışveriş ektinliğiydi. Öyle ki aşağı kata kahve içmeye indim ve yer bulamadım :) Zevkine her zaman hayran olduğum canım arkadaşım Seda, @nataliebourbonshop markası ile bu etkinliğe katılımcı olduğu için bende bir gideyim dedim. Ama beklentimin daha da üstünde bir etkinlik olduğunu nerden bilebilirdim ki :)

Katılımcıların her biri birbirinden yaratıcı, ürünler birbirinden etkileyiciydi. @harmanli nihi markasının şirin ürünleri ile, @kucukmartha reçelleri ile, @modaloggers dolabından ikinci el ürünleri ile , @1kupa1umut sokak hayvanlarına yardım amaçlı tasarladığı kupaları ile , @mojabuka tasarım tabakları ile , @hayatafit organik çayları, @seymelvintage vintage elbise ve ayakkabıları, @umitkaralar markası ile, @moomwoow tasarım el yapımı mumları, @aysetolgaiyiyasam aromaterapi markası #aishaurunleri ile, @pfcicek tasarım cicekleri, @gulbiber ikinci el marka kıyafetleri, @dushle tasarım örgü çantaları ve aksesuarları ile, @imfuchsbau ise yağlı boya tabloları ile o gün Tükkan'ın kapısından giren herkesi büyüledi.



Ben neler yaptım peki ? Kısa süre kalacağımı düşündüğüm etkinliğe 13:30 gibi gidip hala aklım kalarak 17:00 de çıkabildim :) Etkinlik alanını en az 3 kere turlamışımdır herhalde ve her seferinde daha önce gözüme çarpmayan farklı ürünlerle karşılaştım. @modaloggers kıyafetlerine bayıldım.Arkadaşım deri bir ceket aldı kendine çok güzeldi... Arada ondan araklamayı düşünmüyor değilim hani :) Gülbiber şapkasıyla zaten yeterince tarzdı ama kıyafetleri de tarzında ne kadar iddialı olduğunu gösteriyordu. Nihi bebekli ürünlerin hepsi de çok güzeldi ama nedense benim gözüm defterlere çok takıldı... Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü, hatta gelen ziyaretçilere ufak bir armağan olarak @pastasanati şirin ve leziz cookieler yapmış, onları görünce göz bebeklerimin cookie cookie baktığına eminim :) Şu sıralar moda olan saat bileklik konseptine göre bir saatim olduğunu düşünmezken sevgili @nataliebourbonshop benimiçin öyle güzel bir bileklik seçti ki arasam bulamazdım.. Ve reçeller ve tabii ki @kucukmartha... Çıtı pıtı ,inanılmaz güzel bir enerji veren, anlattıkça insanın dinleyesi gelen (konuşma konusunda çok iyi olduğunu duymuştum mesleki sanırım :)) reçelleri gibi tatlı mı tatlı biri... Onunla konuşurken mimikleriyle hareketleriyle çok sevdiğim birine benzettim onu... Portakal reçelini de çok beğenerek yedim. Bir de aklımın kaldığı bir şey vardı ki o da @pfcicek tasarım çicekleri... Tam bana göre tarifi belli ve kolay her gün 4 fıs fıs dedi @kucukmartha... Kurutma yada çürütme ihtimalim yok gibi yani... Bir daha ki sefere inşallah diyip arkamı döndüm ve mini mini bebeğe benzer bir şey gördüm. Dedim bu ne ? Kaygı bebekleriymiş... Hangi konuda kaygın varsa bu bebeği alıyorsun gece yastığının altına koyuyorsun. Sabah da yastığın altından alıp sürekli yanında taşıyorsun. Rivayete göre kaygı duyduğun şey düzeliyormuş. Ben de dayanamadım aldım :) Konuyu söylemem ama işe yararsa söylerim ;) Bir de kaygı mumları vardı, mum yakmayı sevenler için ideal. Mumu yakıyorsunuz ve mum bitene kadar söndürmüyorsunuz. Daha anlatmadığım neler neler var da bu yazı nereye gidiyor bilemedim :)



Kısacası bu etkinlik anlat anlat bitmez görmek lazım. Black Sunday Sale belirli aralıklarla tekrarlanacak bir etkinlik ve bir sonraki etkinliği merakla ve sabırsızlıkla bekliyor olacağım.

                                                          Bunlar da aldıklarım :)



1 Aralık 2014 Pazartesi

Ne olacak bu karşıdan karşıya geçmek isteyen annenin hali?



     Bilmece : Bizim tarafa kırmızı ışık yanarken diğer tarafa hangi  ışık yanar?



     Trafikte yolcu minübüslerinden daha fazla gıcık olduğum şey kırmızı ışıkta geçen yolcu minübüsleri ve diğer araçlar.Her zaman içimde uhde kalmıştı bu konu..Neyse ki artık bloğum var ve ülkemizde de düşünce özgürlüğü var değil mi? (Trafikle ilgili yani :))

 Kızımın okulu minübüs yolunun altında ,hatta onu sürekli götürdüğümüz yerler de minübüs yolunun altında.Hal böyle olunca minübüs yolunu çok kullanıyoruz ve her seferinde ama her seferinde karşıdan karşıya geçerken bir şöförü dövesim geliyor.Yalan değil bazı arkadaşlarım benim karşıdan karşıya geçerken arabalara kafa tuttuğumu görmüştür.Benim gibi hümanist birini bu raddeye getiriyorlar siz düşünün yani.. Bir gün biri dayak yiyecek ama kim bilmiyorum:)))
Kenarda durmuş pusetinle yeşil ışığın yanmasını bekliyorsun, “anneciğim ışıklarda yeşil yürüyen adam görünce geç demek.O zaman arabalar duracak biz geçeceğiz.Işıkları takip edip bana haber verir misin?”diyorsun.Sonra Zeynep “anne yeşil yandı” diyor.Tam karşıya geçmek için hamle yapıyorsun ki bir minübüs yavaşlayacağına üstüne üstüne geliyor.Bir yandan da gevrek gevrek eliye geç işareti yapıyor.Zeynep ”durun bizim sıramız” diye arabalara bağrıyorken annesinin duracağını mı düşünüyorsunuz? :)) Elimi kaldırıp ışığı gösterip açıyorum ağzımı kapıyorum gözümü..Neler dediğimi hatırlamıyorum gözüm dönmüş oluyor. :))
    Anlamıyorum gerçekten..Kaç metre öteden kırmızının yanacağını anlıyorsun be adam dur işte yerinde. Yasakları delmek tatlıdır tamam da bu da delinecek bir yasak değil ki..İşin ucunda ömür boyu vicdan azabı çekmek var. Işıkları geçince devam etsen gam yemeyeceğim bir de ışığı geçip yolcu beklemek için duruyorsun. Madem az sonra duracaksın ne demeye üstüme üstüme sürüyorsun o zaman arabayı? İki metre sonra binecek insan sana doğru yürüyemez mi? Birde şunu anlamıyorum minübüse yolcu alırken adamın tam önünde durma hizmeti veriyorsunuz da indirirken niye o hizmetten faydalanamıyoruz? Misal:

-İnecek var
-...
-Müsait bir yerde inebilir miyim?
-Birazdan inersin!

   Eee hani beni hiç yürütmeden alıyordun niye inerken yürütüyorsun şimdi ? ”O kadar oturdu,dinlendi azıcıkda yürüsün” diyerek beni mi düşünüyorsun yoksa :)



Velhasıl çözümüm banliyö trenimi geri verin bana.Banliyö tren gelsin mavi mibüsler kalksın.Kadıköy-Kartal-Pendik hattı ilk kalkan hat olsun hatta..Resimde görüldüğü gibi kırmızıda geçen özel araçlar mı ne olacak? Eğitim şart!

27 Kasım 2014 Perşembe

Herkes kitap okuyabilir...





     Küçük bir itiraf ile başlıyorum bugünkü yazıma. Ben çocukken kitap okumayı hiç sevmiyordum.Favori kitabımı bulamadığımdan olabilir.Zaten okuyamıyordum bile..Yani okurken sıkılıyordum, uykum geliyordu, uykum gelmese tuvaletim geliyordu, susuyordum, acıkıyordum.. Bunların hiç biri olmasa hayal alemine dalıyordum.(Biraz Çılgın Bediş'lik vardı da:))
      Bu yüzden öyle parlak bir öğrenci de değildim ne yalan söyleyeyim.Şuan okuduğum bir kitap ile bunun nedenini idrak ettim.Benim isteğim dışı bir şeymiş onu anladım.Onu da başka bir zaman anlatırım.. Hal böyle olunca her anne gibi bende kızımın okuma alışkanlığı olsun istiyorum.Peki bunun için ne yapabilirim diye düşündüm ve araştırdım. Malum artık bilgi çağındayız bilmiyorum diye bir şey yok.. Geçen Zeynep bana bir şey sordu “bilmiyorum anneciğim ama öğrenebiliriz” dedim ve şak diye çıkartıp telefonumu cevabı bildim, pek iyiyi kaptım :) Neyse araştırmamıza geri dönelim...
Ne yapabiliriz?
- Çocuğunuza zaman ayırın ve yaşına uygun kitap okuyun
- Çocuğunuz sizi kitap okurken görsün
- Alışverişe gittiğinizde çocuğunuzu kitap satan mağazaya da götürün
- Alacağı kitabı seçmesine izin verin
- Okuma alışkanlığını çocuk dergileriyle destekleyin.Çünkü dergiler daha dikkat çekici ve rengarenk.
- Ödül olarak çocuğunuza şeker çikolata vermek yerine kitap verin.


       Eeee... Son tavsiye haricindeki tüm tavsiyeleri Zeynep ile uyguluyoruz. Yanlışımız nerede ? Olamaaaz demek şekerler ve çikolatalar baltaladı bizim okuma alışkanlığımızı :)) Şaka bir yana gerçeği söyleyeyim. Zeynep daha önce çok televizyon izleyen bir çocuktu. Buradan anlaşılacağı üzere çocuğunuza televizyon izletmeyin diyeceğim bende. "Biz izlettik ne oldu aptal mı oldu bizim çocuklar? Abartma sende.." diyenleri de din-le-me-yinnn. Çünkü tecrübeyle sabit inanılmaz bir değişim yaşıyor çocuğunuz. Televizyon açılmayınca sıkılmaya başlıyor (anne babaya sarıyor) sonra her şeye ilgisiz çocuk (baktı ki anne artık bana da zaman lazım diye saçlarını yolmaya başladı) birden etrafı ile ilgilenmeye başlıyor. Sizin için ilk günler çok zor olacak ama bir gün... Bir sabah, siz kahvaltı hazırlarken sesi çıkmayan çocuğunuzu merak edip etrafa bakarsanız, onu kitaplarını karıştırırken görebilirsiniz ve o an gururla ve mutlulukla gözleriniz nemlenebilir... Kızımın kendi kendine meşgul olma işi hala çok kısa ama daha önce onu kendiliğinden kitap karıştırrırken görmemiştim.Tabii ki düzenli olarak kitap okursanız daha fazla etkili olur.
    Şimdi size büyük bir sır vereyim mi ? Şuan kitap okumaya bayılıyorum beni şöyle bir odaya koyup kapıyı birkaç gün açmasınlar istiyorum ve bir gün böyle bir kitaplığa sahip olmak istiyorum.



   Haydi hep beraber alalım elimize kitabımızı ve kahvemizi bu güzel hafta sonunda kitap okuyalım ;)


17 Ekim 2014 Cuma

12 Yıllık Esaret







12 Yıllık Esaret


Vizyon Tarihi  : 24 Ocak 2014 (2s 13dk)
Yönetmen        : Steve McQueen (II)
Oyuncular        : Chiwetel Ejiofor, Michael Fassbender, Benedict Cumberbatch, Brad Pitt
Tür                   : Dram      
Ülke                 : ABD
İmdb Puanı      : 8,2


HiperBetty Yorumu


2014 yılı Oscar ödül töreninde 3 dalda ödül almış bir film 12 Yıllık Esaret. Filmi izlemeyen kaldı mı bilmiyorum ama henüz izlemediyseniz ve acıklı bir film izlemek istiyorsanız tam sizlik... Solomon Northup gayet seçkin bir müzisyenken, bir gün saflığının kurbanı olur. Kaçırılmıştır ve o artık bir köledir. Her ne kadar satıldığı sahibi Edwin Epps'ten kaçmak için bir çok defa plan yapmış olsa da başarıya ulaşamamıştır. Ta ki mimar Bass (Brad Pitt) ile tanışana kadar. Filmin sonunda “Acımasız bir insanın, çocuğunla geçireceğin hayatından çalması ne kadar kötü bir şey” diyorsunuz...

Keyifli seyirler...

16 Ekim 2014 Perşembe

Yenilik...

Yenilik...




Herkesin hayatında yeniliğe ihtiyaç vardır. Kimileri dolabını yeniler, kimileri saçlarını, kimileri mutfağını hatta kimileri vücudunu :) Kimileri de benim gibi kendine yeni meşgaleler bulur. Bu sene yenilikler senem benim herhalde... Önce sevgili bloğumu açtım, şimdi keçe kursuna başladım, birkaç haftaya kadar da inşallah bloğumu yeni bir isim ve tema ile yenileyeceğim sizler için :) Şuan için ayrıntılar süpriz... Bu arada şimdi aklıma geldi; geçen ay saçlarımda da yeniliğe gitmiştim ve yakın zamanda yine yenilik yapacağım :)







Bugün kursun ilk günüydü. Öğretmen ilk olarak çizimimizi görmek istediğinden kalıp vermeden kendimizin bir şeyler çizmesini istedi. Birkaç anahtarlık ve kese tasarımından sonra çizdiklerimizin simetrisini çıkarmayı gösterdi. Yarında dikiş taktikleriyle devam edeceğiz :) Öyle keçe kursuna başladım, keçeyi al eline hemen kes biç değilmiş bu işler  :) Bir şeyi daha anladım. Belki normalde yapabileceğiniz bir şeyi, hazırlıksız olduğunuz bir anda biri hadi yap derse sudan çıkmış balığa dönebiliyorsunuz. Bugün bir ara düz çizgi çizeceğimden bile şüphe duymuştum. Allahtan sonra biraz rahatladım da birkaç bir şey çıktı ortaya. Çizdiklerimi de hayata geçirdikçe paylaşacağım sizlerle ;)

Rengarenk keçelerim ve yepyeni hayallerim var benim... Şimdi de hayallerimin süslediği keçeden yapılmış rüya alemine doğru yola çıkıyorum. İyi geceler...

13 Ekim 2014 Pazartesi

Alem gider aya biz kalırız yaya...









Yine bir tatil daha bitti...

Bu sene kurban bayramı tatili hafta sonu başladığı için 3 gün uzatalım da biraz daha keyif alalım bayram tatilinden dedik. Yine bir şey anlamadık... Gitmeden önce doğal gazı yakmaya başladığımızdan hırka ve uzun kollularla gittik memlekete. Bir de baktık ki gözünü sevdiğimin memleketinde yazı yaşıyor hala bizimkiler... Cumartesi 28 derece sıcaklıktaki Aydın tatilimizden döndük 19 dereceye, yine doğal gaz yakmaya başladık iyi mi ? Dedim İstanbul ne sevimsiz şehirsin... Soğuk, kasvetli, karmakarışık, yapay...

Bir hafta Aydın'da olduğumuz süre içinde gündemi pek takip edememiştim. Neler olmuş, neler...
Artık ülkemin dinamikleri o kadar hızlı değişiyor ki takip edemiyorsun vallahi...

İşid Kobani'ye saldırmış.Anlayamadığım, T.C. kimlikli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarımız da Türk bayrağına, Türkiye Cumhuriyeti kamu mallarına saldırmış. Ne alaka anlayamadım vallahi!

THY uçaklarında uçak güvenliğine uygun olmadığı için abdest alma yasaktı. Artık serbest olmuş... Bende uçak seferlerinde neye ihtiyaç var diye düşünüyordum, bulmuşlar :) O tuvaletler gölet olup uçaklarda arıza olursa görürüm ben onların artistliğini... Bizim millet bu güne kadar hangi tuvaleti temiz tutmuş ki daracık uçak tuvaletini temiz ve kuru tutacak?




Tam İzmir'de uçağımızı beklerken Adnan Menderes hava alanında depreme yakalandık. Merkez Seferihisar olan deprem, 4.0 büyüklüğündeymiş ama baya hissettik. Hatta ben ilk başta deprem olduğunu anlamadım. İlk önce uçak hava alanına çarptı sandım. Meğer depremmiş...Allah beterinden saklasın.

Münevver Karabulut davasında cinayeti işleyen Cem Garipoğlu intihar ederek yaşamına son vermiş. Yüreklerdeki yangını dindirmez ama belki avutur bu haber Münevverin ailesini... Şahsen beni pek tatmin etmedi ya neyse...

Hep kötü şeyler olmadı elbet... Seda Sayan'ın programı yayından kaldırılmış. Programın kaldırılmasında emeği geçen herkesin ellerine sağlık. Şu aptal saptal kadın programları formatlarından bir kurtulamadı yurdumun gündüz kuşağı... Hele o diziler yok mu? İzle izle, kendini jiletle :) İzlemeyin güzel kardeşlerim, şu tv programları çılgınlığına bir son verin artık...

Sabah kuşağı tv seyredenlerin pek ilgisini çekmez bu haber ama hani olur ya belki de çekebilir belli olmaz diyerekten dünyanın önde gelen marka danışmanlık şirketlerinden İnterbrant, 2014 yılı genel marka değerlendirmesini yayınlamış. Apple'ın ilk sırada olduğu listede Google ikinci, Coca Cola üçüncü sırada.


El alem çalışıyor yani arkadaş! Biz hala gündüz tv kuşağında sapkın tv programları, akşam da sapkın diziler izleyip beyinlerimizi uyuşturmaya devam edelim... Ne gerek var dünya çapında başarılar kazanmaya değil mi ama ?




2 Ekim 2014 Perşembe

Can Kırıkları...








Bir sıcak kahvesi, bir de dumanı tüten sigarası vardı yanında... Yalnız ve kırılgan hissediyordu. Kendine kızıyordu aslında. Hem de çok kızıyordu. Kendine her serzenişde bulunduğunda, dumanı tüten sigarasından bir nefes daha alıyordu. Sanki aldığı her nefes onu sakinleştirebilecekmiş gibi... Belki de böyle avutuyordu kendini...

Yüreğinde kopan fırtına, şehrin havasına da yansımış, kasvet her yeri sarmıştı. Cama düşen yağmur damlaları içine akıp, gözlerinden süzülüyordu. Öfkesi arttıkça, şimşekler toprağa daha sık düşüyordu sanki. Ardından her fırtına sonrasında olduğu gibi sakinlik kaplıyordu benliğini...

Düşünüyordu tüm hayatını. Kimler gelip geçmişti hayatından... Yaşadıklarını ve yaşanmışlıklarını düşündü. Sonuç hep aynıydı. Dönüp dolaşıp yine kendine yükleniyordu.

Bütün renkleri çok severdi ama pembenin yeri başkaydı onun için.Belki de bu yüzden toz pembe görüyordu her şeyi. Sevmek ve sevilmek onun için çok değerli duygulardı. Herkesi tanımak, sevmek ve sevilmek istiyordu. Sevdiklerine karşı verdiği sevgide cömertti de... Yalanı sevmez, gizli saklı yaşamayı ise hiç bilmezdi. Birini tanıyıp sevdiğinde, o, onun için aileden olurdu. Kim yardımına ihtiyaç duysa, o hep orada olurdu. “Her insanın içinde iyilik de, kötülük de vardır.Tercih ettiğin taraf senin nasıl biri olduğunu belirler. Herkes seçimini iyilikten yana yapsa, dünya daha yaşanır bir yer olur.” derdi hep...

Hayatını ardına kadar sevdiklerine açmanın bir bedeli olacağını düşünmezdi bile... Ama o da bunu yaşayarak öğrendi. Beş parmağın beşinin bir olmadığını öğrendiği gibi, kimsenin kendi gibi olmadığını biliyordu elbette. Sadece onlara, canını acıtacak sözleri sarfedebilme hakkını ne ara verdiğini anlayamıyordu. Ne kadar güçlü görünse de o da kırılgandı. Herkes gibi onun da duyguları, alındığı, kırıldığı şeyler vardı. İnsanlara koşulsuz değer vermesi, onların tüm hayatına karışması anlamına gelmemeliydi.

Yine de kendi içinde, kendinden de öte biri vardı, hükmü geçmiyordu. Ne kadar kırılsa da belli etmiyor, kırgınlığının üstüne bir sünger çekiyordu.Unuttuğu yada görmemezlikten geldiği bir şey vardı. Çekilen sünger kırgınlığının izlerini gerçekten de kapatıyor muydu, yoksa bir sonraki kırgınlıklarla buz dağının arkasında mı birikiyordu? Hesaba katmadığı, ötelediği duygular vardı hayatında...

İçinde yaşadığı fırtınalara, kızgınlıklara, kırgınlıklara inat yine de vazgeçemiyordu iyiliğinden. Kendi kendinin yarasını sarıp yeni güne sımsıkı sarılıyordu yine...

Sigarasından son bir nefes çekip, kafasını kaldırdığında bulutların dağılmış olduğunu gördü.O an buruk bir tebessüm yerleşti yüzüne... İşte yine yapmıştı...Yine süngeri çekmişti her şeye... Sigarasını söndürüp kalktı, verandaya çıktı ve umut dolu toprak kokusunu içine çekti...

26 Eylül 2014 Cuma

Öteki Kadın









Vizyon Tarihi : 2 Mayıs 2014 (1s 49dk)
Yönetmen : Nick Cassavetes
Oyuncular : Cameron Diaz, Leslie Mann, Kate Upton, Nikolaj Coster-Waldau, Taylor Kinney
Tür : Komedi
Ülke : ABD
İmdb Puanı : 6,1

Filmin Özeti

Mutlu ve huzurlu bir evliliği olduğuna inanan Kate King, dışarıdan bakıldığında gayet sakin bir hayat sürmektedir. Avukatlık yapan Carly ise mükemmel bir ilişkisi olduğuna inanmaktadır.
Bir gün Carly, sürpriz yapmak için sevgilisi Mark'ın kapısını çalar ve karısı Kate ile karşılaşır! Tesadüfen tanışan ve her ikisi de aldatıldığını öğrenen Carly ve Kate tuhaf bir duruma düşmüşlerdir. Zamanla aralarında ilginç bir arkadaşlık gelişmeye başlar. İntikam için planlar kurarken, Mark'ın bir tek onlarla ilişki yaşamadığını fark ederler. Adamın ustalıkla sakladığı gerçekler bir bir ortaya çıkacaktır. Kendilerinden daha genç olan ikincisi sevgilisi Amber'a da durumu anlattıklarında, intikam üçlüsü tamamlanmış olur! Carly'nin acımasızlığı, Kate'in kıvrak zekası ve Amber'ın cazibesi bir araya gelmiştir. Mark'ın yaşa dışı para aktarımlarından haberdardırlar ve bu yolu kullanarak onun hayatını karartmaya ant içerler!
Yönetmenliğini Nick Cassavetes'in üstlendiği senaryosu ise Melissa Stack'a ait olan yapımda 3 kadın karakteri iseCameron Diaz, Leslie Mann, Kate Upton canlandırıyor, çapkın koca rolünde ise Nikolaj Coster-Waldau yer alıyor. (kaynak: www.beyazperde.com)

HiperBetty Yorumu

Öncelikle bu tarz film sevenler için çok güzel bir film. Şahsen ben çok eğlenceli buldum. Filmin en sıra dışı karakteri Kate'e bayıldım. Leslie Mann karakteri çok güzel canlandırmış.

Bir kadın olarak kocanızın sizi aldattığını öğreniyorsunuz ve soluğu sizi aldattığı kadının iş yerinde alıyorsunuz. Karşınıza sizden kat be kat güzel sarışın Carly (Cameron Diaz) çıkıyor. Her ne kadar adamın evli olmadığını söylese de siz ne yaparsınız? Burada sayılacak çok şey var ama olmayan şey onunla kanka boyutunda arkadaş olmak... Tam kocanızın sevgilisiyle olan bu garip duruma alışmaya çalışırken birde bakıyorsunuz ki ultra güzel başka bir rakibiniz(Kate Upton) var. Ben olsam bu noktada alır başımı bunalımın dibini yaşardım herhalde ama bu üç kadın bunalıma girmektense kafa kafaya verip, kendilerini bu duruma sokan Mark'tan intikam almaya başlıyorlar. Filmin en sevdiğim sahneleri burada başlıyor. Oldukça zeki intikam sahneleri arka arkaya geliyor. Ben en çok Kate'in östrojen intikamını beğendim :) Kate çok saf bir karakter hem intikam istiyor, hemde iki lafa tav oluyor. Mark'ın ona iki güzel söz söylemesiyle kocasının onu tekrar sevdiğini düşünen Kate, intikam planlarını durduruyor ve Carly'le tartışıp sevdiği adama geri dönüyor. Bir süre birbirini görmeyen iki sıkı arkadaşın macerası Kate'in aklının başına gelmesi ve soluğu Carly'de alması ile tekrar başlıyor. :)


Özellikle hafta sonuna güzel keyifli başlamak isteyenlere Cuma gecesi sineması olarak tavsiye olunur. İyi seyirler.

25 Eylül 2014 Perşembe

Selfie









Yeni sezondan komedi dalında çok trend olacak yeni bir dizi daha... Selfie.... Bu kadar çok moda olan bir akım olur da dizisi olmaz mı hiç :)

Tür : Komedi
Ülke : ABD
Oyuncular : Karen Gillan, John Cho, David Harewood

Eliza Dooley ( Karen Gillan ), bir sosyal medya fenomeni ve şirketindeki en iyi satış temsilcilerinden biridir. Bir gün iş arkadaşları ile dolu uçaktayken sevgilisinin aslında evli olduğunu öğrenir. Akabinde olan olaylar zinciriyle artık sosyal medyadaki imajı yerle bir olmuştur. Kendini en yalnız hissetiği anda aslında hiç gerçek arkadaşı olmadığını anlayan Eliza sarsılan imajını düzeltmek için yardıma ihityaç duyar... Bu noktada yardımına kendisinin aksine sosyal medyayı sevmeyen, asosyal, disiplinli, işkolik ve detaycı Henry (John Cho) koşar.

Birbirine zıt iki karakterin maceralarını anlatacak olan dizinin henüz pilot bölümü yayınlandı.Dizi sosyal medyada binlerce hatta milyonlarca arkadaşı olduğunu zanneden insanlara da sanal alemin ne denli gerçek olmayan bir ortam olduğuyla ilgili gönderme yapıyor olması hoşuma gitti.Diziden aldığım alt mesaj, sosyal medyada faal olmanız sizin sosyal bir insan olduğunuz anlamına gelmez ve sosyal medyada zaman geçirerek kendini avuturken, sadece gerçek hayatta yaşayabileceğin mutlu anlar elinden kayıp gidebilir...

Yeni bölüm tahminen 30 Eylül'de olacak.Bence izlemesi oldukça keyifli olan bu dizi, sosyal medyayla da ilgiliyseniz sizi kendisine abone yapabilir. Benden söylemesi :)




22 Eylül 2014 Pazartesi

Gıdaların bozuk olup olmadığını nasıl anlarsınız ?










Bugün teknoloji günü.. Ama bu sefer işin içine biraz da bilim girdi. Teknoloji hep elektronik ve mekanikden oluşacak değil yaa :)

Brunei Üniversitesi öğrencilerinden Solveiga Pakstaite, gıdaların çürüme sürecini gösteren bir bio etiket tasarladı. Sadece etiketin üzerinde parmağımızı dolaştırarak gıdanın bozuk olup olamadığını anlayabileceğiz artık. Yalnız jelatin kırılması gibi bir şey hissedilmesi halinde dikkatli olunması gerekiyor.

Görme engeli olan insanların alışveriş yapabilmesi için son kullanma tarihi basılı olan etiketlerin yeterli olmadığını düşünen Pakstaite, öncelikle görme engellilerin gıda alışverişlerine çözüm oluşturmak için projeye başlamış. Daha sonra da bu projenin tüm insanlara hitap edebileceğini anlamış.

İlk başta sadece ambalaj kategorisinde çözüm sağlamak için birçok yol araştırmış. Zamanla dokusunun değişikliğe uğradığı bir etiket oluşturma fikri aklına gelen Pakstaite, en mantıklı yolun gıda çürüme sürecini göstermek için bir biyolojik madde kullanmak olduğunu düşünmüş.





Peki nasıl çalışıyor? Etiket dokunsal bilgi veriyor. Etiket düzgünse yiyecek taze ama pürüz hissetmeye başlarsanız veya jelatin kırılması gibi bir şey hissederseniz dikkatli olmalısınız. Jelatin girintili çıkıntılı plastik levha üzerinde ayarlanır. Yiyeceğin son tüketim tarihine doğru jelatin erimeye başlar ve son tüketim tarihi sona erdiğinde sıvı hale gelir. Böylece jelatin altındaki girintili çıkıntılı levha dokunulduğunda hissedilir olur.

Neden jelatin? Jelatin, protein bazlı gıdalar ile aynı oranda azalır. Bu nedenle jelatin, bir proteindir. Bu jelatinin en büyük özelliği ise farklı gıdaların bozulma hızına uygun biçimde programlanarak üretilebilmesi ve bozulma durumunu çok hassas biçimde taklit edebilmesi. Etiket paketindeki gıdanın ne yaptığını kopyalar, böylece vade bilgileri basılı etiketlerden çok daha doğru bilgi verir.




Bu tür bir teknolojinin sıradan bir ailenin gıda masraflarında, bozulmadan kaynaklanan israfı ciddi biçimde önleyebileceği, her yıl çok ciddi miktarda tasarruf sağlayabileceği düşünülüyor. Tabii ki gıda zehirlenmesi vakalarının ciddi oranda düşecek olması da bir diğer olumlu yan etki olacaktır.

Brunei Üniversitesi öğrencilerinden Solveiga Pakstaite, üzerinde çalıştığı bu biyo-teknoloji projesiyle büyük bir çıkış yaptı. Her yıl dünya çapında düzenlenen James Dyson Ödülü’nün İngiltere ayağını kazanan öğrenci, projesini daha da geliştirmesi ve dünya finaline katılması için 2,000 sterlin de yardım aldı.

Bozulan gıdaların toplatılıp tekrar etiketlendikten sonra piyasaya sürüldüğü ülkemizde bu uygulama ne kadar uygulanır tartışılır ama gerek gıda israfının önlenmesi gerek insan sağlığı açısından çok önemli bir buluş. Umarım proje geliştirmesi bir an önce tamamlanarak tüm dünya ülkelerinde uygulanır. Biz de her gıdayı bozulmuş mu diye tadarak kontrol etmekten kurtulmuş oluruz :)

20 Eylül 2014 Cumartesi

Unutmak isteyip de unutmadığınız anılarınız mı var?







Unutmak isteyip de unutmadığınız anılarınız mı var?  

"Nature" dergisinde yayımlanan araştırmaya göre Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) Nöral Devre Genetiği Merkezi araştırmacıları laboratuvar ortamında fareler üzerinde yapılan testlerde beyindeki devrelerin suni olarak harekete geçirilmesiyle olumsuz anılar olumlu anılara dönüştürdü. Son derece külfetli olabilen stres ve gerginlik tedavisini fazlasıyla kolaylaştırabilecek ilaç sayesinde, insanların geçmişte yaşadığı travmalara ait anıları sürekli hatırlamaları engellenebilir. Geleneksel tedaviler, insanları acı ve korku dolu anılarından uzaklaştırmayı başarabilse de, bu anıların geri gelmeyeceğini kimse garanti edemiyor.
Duygusal anıların nasıl oluştuğu ve değiştiğine ışık tutan araştırma, bilim dünyasında büyük heyecan yarattı. Araştırmayı yöneten Prof. Dr. Susumu Tonegawa, "Duygular, anılarımızla yakından ilişkilidir. Araştırmamız, anıların duygusal değerinin değiştirilebileceğini gösteriyor. Diyelim ki sokak ortasında saldırıya uğradınız ve çantanız çalındı. Olumsuz anılarınız yüzünden yeniden o sokağa gitmekten korkarsınız. Oysa şimdi bu tür travmalarla ilgili anıları değiştirebiliyoruz. Hatta bunun için söz konusu mekana bile gitmenize gerek yok. Her şey beynin içinde olup bitiyor"dedi.
Araştırma, özellikle Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) ve depresyon tedavisi için büyük önem taşıyor. Bilim insanları, deneyde kullanılan ilacın henüz insanlar için güvenli olmadığını, ancak günümüzde kullanılan ilaçların aynı şekilde kullanılabileceğini ifade etti. (kaynak : www.hurriyet.com )
İnsanlık için iyi bir şeyler yapabilmek adına gecesini gündüzüne katan bilim insanlarına her zaman hayran olmuşumdur. Bu buluşta gerçekten heyecan verici. Ama okuduktan sonra ilk aklıma gelen “Yaşanılan ne kadar kötü, travmatik anı varsa sildik diyelim. O anıyı yaşayıp travma geçirmeye sebep olan kişi önlenmediği sürece ne anlamı olacak?” Dünyamız masum değil, temiz değil artık. Aksine olabildiğince sapkın ve kirli... Her gün, her Allah'ın günü... Açın bakın gazetelerdeki örneklere...
Diyelim ki, bir kız aile içi tacize maruz kalıyor. Enişte, baba hatta maalesef kardeş bile olabilir bu şahıs,çünkü örnekleri var. Şimdi bu kızı alıp kötü anılarını sildik. Mutlu oldu... Ne yapacağız eve mi geri getireceğiz bir daha travma yaşasın diye... Başka bir kız köyünde bilmem kaç kişinin tecavüzüne maruz kalıyor. Hadi sil anılarını... Ya da çocuk esirgeme kurumlarında malum yaşananlar? O çocuğun dünyasını tertemiz yaptık diyelim. O tertemiz dünyanın yeniden kirletilmesini kim engelleyecek ? Bir koca karısını sokak ortasında delik deşik ediyor. Kadının verilmiş sadakası varmış hastaneden taburcu oldu diyelim ve bu kadının anılarını güzel anılarla değiştirdik... Kocasını tekrar gördüğünde korkup kaçması lazımken ya bir şans daha vereyim diye konuşmaya başlarsa? Ya bu onun son şansı olursa?
Adalet olmayınca nereye gidersen git veya istediğin kadar travmadan kurtul, seni o tramvayı yaşamaktan koruyacak bir sistem olmadığı sürece ne anlamı var bu buluşun! Bu yüzden bilim insanlarından ricam, tramvaya sebep olabilecek potansiyel suçluların beyinlerine girip dnalarındaki bozuklukları giderek bir yöntem bulmaları ve bunu zorunlu bir yaptırımla devletlere uygulatmalarıdır. Ha bir de eğitim şart ! Yoksa bilim adamı nasıl yetişecek değil mi ?


18 Eylül 2014 Perşembe

Sonbaharınızı depresyonlu mu yoksa depresyonsuz mu alırdınız ?



                 


                 
 

Yaz tatillerinin yapıldığı son günler de geride kaldı... Güzel anılarla geçen güneşli günlerin ardından eve dönüşle birlikte açılan valizler, yapılan yaz sonu temizlikleri, dolaplarda yer değiştiren kıyafetlerle sonbahar geliyorum sinyalleri veriyor insana... Sizde de akşam olunca açık olan pencereler kapanıyorsa, çocuklar uzun kollu pijamalara geçiş yapmışsa, çorapsız evde dolaşamıyorsanız ve ne çabuk akşam olmuş diye düşüyorsanız artık sonbaharı hissetmeye başlamışsınız demektir...

       
       
 
Peki sonbahara nasıl girmeli ? Önümüzde iki seçenek var. İlki, aynaya baktığımızda yazdan kalma bronz tenimizle, “Yine yazdan bir şey anlamadımmmm” diye isyanlarda olmak, sabahları uyanamayan, huysuz ve mutsuz biri olarak depresyona girmek ve her yağmurda söylenmek.

Diğeri (ki ben bunu tercih ederim.) , yaz sonu yağan yağmurların ardından mis gibi toprak kokusunu içinize çekerek yürüyüş yapabilir, beynen ve ruhen rahatlayabilirsiniz. Fotoğraf çekme merakınız varsa sonbahar sizin için bir fırsat olabilir, çok güzel fotoğraflar çekebilirsiniz. Sonbahar temalı romantik filmler izleyebilir aşkı içinizde hissedebilirsiniz. Yağan yağmur damlalarının camdan süzülüşünü izlerken rahatlatıcı bir müzik dinleyip, elinizde sevdiğiniz derginiz veya kitabınız ve yanında da buram buram kokan kahvenizle anın keyfini çıkartabilirsiniz. Hatta işi olmayıp müsait olanlar yağmurlu bir gün kahvaltıdan sonra televizyon karşısında bahtaniyeyi üstüne çekip koltuğa kıvrılıversin ve pineklesin. Yazarken bile canım çekti valla... Seçim sizin... Tatlı hüznüyle sonbahar mı yoksa mutsuz ve agresif bir sonbahar mı yaşamak istersiniz? İçimden bir ses, benim az sonra yapacağım gibi sizin de yakın zamanda mutlu bir pinekleme yapacağınızı söylüyor. :) Huzurlu sonbaharlar...

                         

Forever ( Sonsuza Kadar )









Bugün günlerden Cuma. "Yaşasııınnnn!" dediğinizi duyar gibiyim. Her cuma size film tavsiyesi yapıyordum ancak bu sefer ufak bir değişiklik yapayım dedim. Bu sefer izlenesi diziler kuşağımın ilk dizisi sizlerle... Güzel kurgu, güzel efektler, güzel oyuncular ve bunların birlikte olduğu güzel diziler olunca dayanamıyorum, heyecanlanıyorum. :)

Başlamadan bir not : Bu dizileri izlerseniz bir daha yerli dizi izleyemeyebilirsiniz. Boş bakışma sahneleri ile dolu saatler süren dizilerle beraber alınması beyinde reaksiyona hatta hasara yol açabilir. Benden söylemesi... :)


                                                                FOREVER


Tür : Bilim Kurgu / Dram
Ülke : ABD
Oyuncular : Ioan Gruffudd, Alana De La Garza, Lorraine Toussaint, Joel David Moore, Donnie Keshawarz, Barbara Eve Harris, Judd Hirsch, Mackenzie Mauzy, Lee Tergesen

“Benim adım Henry Morgan. Uzun bir hikayem var. Size biraz uçuk gelebilir. Büyük ihtimalle de inanmayacaksınız. Yine de anlatayım size. Çünkü her şeyden önemlisi, çok ama çok vaktim var...”

Dizinin başlangıcını oluşturan bu metin daha en baştan büyük bir merak oluşturuyor izleyicide. Henry Morgan New York City adli tıp biriminde çalışmaktadır. 200 yıldır sonsuzluğunun çaresini arayan Henry her ölümünden sonra hayata suyun içinde, çıplak olarak döner. Konu ölüm ve ölümsüzlük olunca, lanetine çare bulmak için de morgda çalışan Henry'nin yılların birikimi ve tecrübesiyle inanılmaz bir analiz ve gözlem yeteneği vardır. Dizi daha ikinci dakikada ne kadar sürükleyici ve güzel olduğunu belli ediyor zaten. Baş rol oyuncusu Ioan Gruffudd hakkında söylenecek çok şey var ancak onu herkes tanıyordur eminim :) 23 Eylül'de ilk bölümü yayınlanacak olan dizinin henüz pilot bölümü yayınlandı. Eğer şu ara başlamak için yeni bir dizi arıyorsanız tam zamanı. Keyifli seyirler..


17 Eylül 2014 Çarşamba

Müzik Evrenseldir...











Müzik en genel tanımı ile sesin biçim ve anlamlı titreşimler kazanmış halidir. Başka bir deyiş ile de müzik, sesin ve sessizliğin belirli bir zaman aralığında ifade edildiği sanatsal bir formdur.(bknz. Vikipedi)

Yani müzik evrenseldir. Müziğe söz yazılınca şarkı olur. Şarkı sözlerine konu olan duygu ne ise onu hissederiz artık... Yalın halde dinlerken sizin farklı duygular hissedebileceğiniz müzik, söz yazılıp şarkı olduğunda evrensellikten çıkar.

Neden mi bu konuya girdim? Çünkü itirazım var. Müzik ile uğraşan sanatçıların evrensel olması gerektiğini ve topluma mal olmuş kişiler oldukları için her konuda ki fikirlerini ulu orta beyan etmemeleri gerektiğini düşünüyorum.

Örneğin, sabah bir melodi mırıldanmaya başlamıştım. Sonra şarkıyı dinlemek için açtım. Baktım ki aynı şarkıyı bir çok müzisyen düzenlemiş. En beğendiğim halini çalarken şarkının kim tarafından düzenlendiğini gördüm. Dedim ki bu şarkıyı artık söylememeliyim veya dinlememeliyim. Neden mi? Çünkü farklı konularda verdiği kişisel beyanları sayesinde “Sanatla uğraşan biri nasıl bu şekilde düşünür, bu şekilde yanlış düşünceye sahip bir insanı dinleyerek kendi kişiliğime karşı gelmiş olmaz mıyım? “ diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Böylece her çıktığı televizyon veya radyo programında kanal değiştiriyor, melodi aklıma geldiğinde hemen aklımı başka bir melodiye yönlendirmeye çalışıyorum. Ve maalesef  böyle hissetmemi sağlayan bir sanatçı değil, bir sürü var.. Bence bu dinleyiciye yapılan büyük bir haksızlık... Müzik alanında bu derece başarılı olduğunu ispatlamış, toplumun çoğu kesiminin saygıyla andığı bir müzik insanının, öncelikle yaptığı işe ve dinleyicisine karşı bir sorumluluğu olmalı diye düşünüyorum. Bu sorumluluk duygusunu taşımayıp “Yahu bende insanım ve benimde fikirlerim var” noktasına gelindiğinde ne oluyor peki ? Hem müzisyen evrenselliğini kaybetmiş oluyor, hem dinleyici kesiminde düşüş oluyor, hemde dinlemek isteyenlerin gözünde değeri düşüyor,dinleyicide bir hayal kırıklığı oluşuyor, bunun sonucunda da birden aşırı bir tepki yağmuruna maruz kalıyor... Bence bu sanatçı açısından da çok vahim ve üzücü bir durum...

Bu konuda büyük bir titizlikle davranıp çizgisini bozmayan ve gündemdeki yerini koruyan tek kişi Tarkan sanırım. Süper star olmak kolay iş değil... Ve belirtmeden geçemeyeceğim Bora Öztoprak, Ümit Sayın, Metin Özülkü, Eda Özülkü , müzikten spor alanına kaptırdığımız Ercan Saatçi ,İlhan Şeşen, Nilüfer, Kayahan ve aklıma gelmeyen bir çok kaliteli sanatçımız da var çok şükür. Şuan aramızda olmayıp gerek sanatçı kişiliği, gerek insani yönünü takdirle andığım sevgili Barış Manço'yu da anmadan geçemeyeceğim. Sanata yıllarını vermiş ve verecek olan sanatçılara, müzik adamlarına bir dinleyici olarak naçizane tavsiyem :

-Müzik evrensel bir dildir. Müzikle uğraşmak ciddiyet ister. Lütfen ya bu işi yapmayıp beyanda bulunduğunuz saçma konulara yöneliniz ya da müziğinize geri dönün, beni ve dinleyicilerinizi de bu çileden kurtarın! Sadece yaptığınız iş ile anılın... İlla ki ben başka bir şeylerle de anılmak istiyorum diyorsanız insanlığa yapacağınız yardımlarla anılın da hayrına dua alın...

15 Eylül 2014 Pazartesi

Rosie 'nin Prototipi Dyson 360 Eye Karşınızda...








Zeynep Ezgi bugün evde ve hasta... “Zeynep'le mi ilgilensem, yemek mi yapsam, temizlik mi yapsam yoksa bugünkü yazımı mı yazsam ?” diye düşünürken, birden “Niye benim de bir İrona'm yada Rosie'm yok...” diye isyanlarda buldum kendimi birden...







Belki onların yeteneğinin yanına bile yaklaşamayacak ama en azından ev süpürme derdinden bizi kurtaracak bir akıllı robot gelecek yakında piyasalara... 2015 sonbaharı Japonya'da piyasaya sunulması beklenen Dyson 360 Eye akıllı süpürge, sanırım piyasaya çıkar çıkmaz bir çok kişinin ilgi odağı olacak... Malum süpürgede Dyson dendi mi akan sular durur... Kalitede henüz eline su dökebilecek başka bir süpürge görmedim, duymadım. Geçenlerde Media Markt'da elektrikli süpürgeler reyonunda görevli kız bir tanıtım yaptı, galiba yine bir teknolojik alete aşık oldum dedim. :)

Görsel olarak da oldukça şık görünen Dyson 360 Eye adını tepesinde bulunan ve etrafını 360 derece görebilmesini sağlayan kameradan alıyor. En güzel özelliklerinden biri ise akıllı telefonunuzdan bu güzelliği çalıştırabiliyor olmanız. Dyson Link Android ve iOS mobil uygulamasıyla telefonunuza bağlanan robotun temizlik seanslarını zamanlayabiliyor, çalışmasını durdurabiliyor ya da uzaktan işlemini takip edebiliyorsunuz. Zeminle temas eden noktalarda kullanılan karbon fiber fırçalar parkeden halıdaki en küçük kalıntılara kadar her şeyin kolaylıkla temizlenmesini sağlıyor. İçine çektiği kiri tozu yok ederek dışarıya herhangi bir koku ya da kalıntı vermiyor. Bütün yüzeylerde çalışan robotun pil ömrü 30 dakika ve pili zayıfladığında kendi kendine şarj yuvasına dönüyor. Baya başarılı anlayacağınız :)

Bu aşamada size kalan çocuğunuza ve kendinize daha bol vakit ayırmak oluyor. :)



12 Eylül 2014 Cuma

Aynı Yıldızın Altında




Eveettt.. Cuma klasiğimiz olacak olan izlenesi filmler, diziler kuşağına hoş geldiniz. Supangleler hazır mı? Bence bu seferlik film başlamadan yiyin. Çünkü bu filmi izlerken biraz gözyaşı akıtacaksınız. Yani lazım olan şey supangle değil mendil olacak :)

Daha önce de söylediğim gibi yeni kitap kurdu aday adayıyım. Genelde çok satanlar bölümünden alırım kitaplarımı. Dikkat eksikliğim olduğundan köşede bir yığın okunamadan duran kitaplar almakla riske girmek istemem. Birkaç ay önce “Aynı Yıldızın Altında” kitabını almıştım. İlk defa bu kitabın neresi best seller, kitap böyleyse bunun filmini asla izlemem demiştim. Kurgu güzel, dil akıcı ama Türk filmi gibi tahmin edilebilir bir son. Hem de ilk sayfadan itibaren. Adam işi biliyor klişe mlişe ama acıtasyonla sattırmış kitabını dedim vallahi ne yalan söyleyeyim.

Bir iki gün önce imdbye baktım 8,2 almış. Hadi canım dedim. Hazır boş vaktim var izleyeyim bari... İzlemeyenler veya izlemeye karar veremeyenler için izledim.



  Aynı Yıldızın Altında


Vizyon Tarihi  : 27 Haziran 2014 (2s 5dk)
Yönetmen        : Josh Boone
Oyuncular        : Shailene Woodley, Ansel Elgort, Nat Wolff
Tür Romantik  : Dram
Ülke                 :  ABD
IMDB Puanı    : 8,2

Özet & detaylar

16 yaşındaki Hazel üç yıldır tiroid kanseriyle boğuşmaktadır ve kanser akciğerlerine de sıçradığı için yanında bir oksijen tüpüyle gezmektedir. Kanserli hastalar için oluşturulan destek grubunun bir terapi seansı esnasında Augustus isimli bir gençle tanışır. Augustus da beyin tümörüyle savaşmış ve bu yolda bir bacağını kaybetmiştir. İkili birlikte zaman geçirdikçe birbirlerine aşık olurlar. Akciğer tedavisi için hastaneye yatırılan Hazel'ın yanından bir an dahi ayrılmayan Augustus, sevgilisinin çok istediği bir hayali gerçekleştirmek için onunla birlikte yola çıkar. Planlarına göre Amsterdam'a gidecek ve Hazel'ın en sevdiği yazar olan Peter Van Houten'i bulmaya çalışacaklardır...
Josh Boone’un yönetmenliğini üstlendiği film, John Green’in romanından Scott Neustadter ve Michael H. Weber tarafından uyarlandı. Filmin başrollerindeyse Shailene Woodley, Ansel Elgort ve Willem Dafoe yer alıyor.(www.beyazperde.com)

HiperBetty Yorumu :

Kitaptan yapılan filmler genelde başarılı değiller bence. Çünkü koca kitabı yaklaşık 2-3 saatlik bir filme sığdırmaya çalışıyorlar ve arada atladıkları mutlaka bir şeyler oluyor. Bu filmde de vardı.Ama gerçekten eksiklik hiç göze çarpmıyor bile... Filme bayıldım. Kitap değil ama film beni ağlattı. En çok Hazel'ın annesine bayıldım. Her şeye rağmen, kafasında tonla sorun varken, hatta kızına hayatta en çok istediği şeyi, sırf parası olmadığı için yapamayacağını söylediğinde bile sürekli gülümsemesi, kızını incitmemek için verdiği çaba takdire şayan gerçekten. Hazel'ın en ufak seslenişinde panikle koşa koşa gelmesi... Sanırım anne olduğum için en çok bu etkiledi beni. 17 yaşın yaşadığı ilk aşkın güzelliği de var tabii ki ve ayrılığın hüzünlü acısı da... Kısacası mendili elinize alın ve filmi oynatın derim ben :)

Not: Bugünün şarkısı olan filmin soundtrack'ını dinlemenizi gerçekten tavsiye ederim.

9 Eylül 2014 Salı

Twitter'da alışveriş dönemi başladı...





      Alışverişkolikler Twitter'a :)

        Twitter'da yeni bir dönem başlıyor. İnternetten alışveriş yapmayı sevenlerin heyecan duyacakları bir haber duyuran, ABD merkezli mikro blog sitesi Twitter resmi internet sitesi üzerinden ürün satışı yapılabilecek uygulama için start verdiklerini bildirdi.
       Bir süredir test aşamasında olan Twitter'ın “Satın Al” özelliği ile artık markalar ürünlerini twitter üzerinden satışa sunabilecekler ve kullanıcılar da aynı alışveriş sitelerinde olduğu gibi beğendikleri ürünü satın alabilecekler.Yani artık alışveriş sitelerine uğramaya gerek kalmayacak gibi görünüyor.Bunun alışveriş sitelerine etkisini bekleyip göreceğiz...Şuan ABD'de akıllı telefon kullanan belirli bir kesimin deneyimine sunulan özellik, yakında tüm kullanıcıların kullanımına sunulacak. Facebook'un da bu proje üzerinde çalıştığı biliniyor.
         Şirket projenin hayata geçmesinin ardından Android ve İOS işletim sistemlerine sahip akıllı cihazlarda da “Satın Al” özelliğinin çalışacağını belirtti.





8 Eylül 2014 Pazartesi

Teknolojik anneler için Motorola Moto 360...







Bir saat hem estetik, hem sofistike, hemde akıllı nasıl olabilir diyorsanız Motorola Moto 360'ı henüz görmemişsiniz demektir .IFA 2014 kapsamında Motorola'nın düzenlediği basın toplantısında resmen tanıtılan Moto 360'ın stokları Kuzey Amerika'da satışa sunulduğu andan itibaren 3 saat içinde tükendi.




   
Normal bir saate bu kadar yakın oluşu , kadranının rengini istediğiniz renge değiştirseniz de her renge uyum sağlıyor olması, yuvarlak kadranı ile karizma saat bence.Her ne kadar ekim ayında satışa sunulacağı düşünülen LG G Watch R akıllı saat de çok şık gözükse de Moto 360 ilk göz bebeğim, bu saate aşık oldum diyebilirim :)

İşletim sistemi Android Wear olan Moto 360,  1.5 inç'lik dairesel bir ekrana sahip.Ekran, Gorilla Glass ile güçlendirilmiş.Yani biz bayanların saatlerini oraya buraya çapma potansiyeli göz önünde bulundurulmuş.Ekranın sunduğu çözünürlük ise 320x290.Moto 360'ın kalbinde 4 GB depolama alanı ve 512 MB RAM bulunuyor.Şarj için kablo yerine kablosuz şarj teknolojisini kullanılıyor. Moto 360'ın, suya ve toza karşı dayanıklı olduğunu da belirtmek isterim.Zira buda bol bulaşık yıkayan biz bayanların saati kullanırken aklı kalmayacak demektir sanırım.Bir gün kullanırsam ilk bunu test edeceğim şahsen :)

Moto 360'ın ağırlığı 49 gram; sahip olduğu batarya ise 320 mAH kapasite sunuyor. Kalp atış sensörü ve adım sayar içeriyor.ABD'de satışa sunulan Moto 360'ın satış fiyatı ise, 299 dolar olarak açıklandı...Alınır mı ? Alınır :)


7 Eylül 2014 Pazar

Yer Çekimi









Yer Çekimi

Vizyon Tarihi : 11 Ekim 2013 (1s 30dk)
Yönetmen       : Alfonso Cuarón
Oyuncular       : Sandra Bullock, George Clooney, Ed Harris devamı...
Tür                  : Bilimkurgu
Ülke                : ABD , İngiltere
İMDB Puanı   : 8,0

Filmin Özeti

    Dr. Ryan Stone zeki bir tıp mühendisidir ve emekliliğinden önce son görevine çıkan yetenekli ve deneyimli astronot Matt Kowalsky'nin yönetimindeki mekikte ilk uzay yolculuğuna çıkar. Herşey yolunda gibi görünürken rutin bir keşif yürüyüşü sırasında bir felaket yaşanır. Mekik çarpan bir cisim sonucu paramparça olur. İki bilim insanı uzay boşluğunda yapayalnız kalırlar. Yeryüzü ile iletişimleri tamamen kopmuştur ve sonsuz karanlıkla başbaşadırlar. Şimdi korkunun yerini panik alır, üstelik var olan sınırlı oksijenleri de gitgide tükenmektedir. İkili eve, dünyaya dönüş yolunu bulabilecek midir?
Y Tu Mamá También, Son Umut, Harry Potter ve Azkaban Tutsağı gibi filmlerin yönetmeni ve ortak senaristi olarak tanıdığımız Meksikalı sinemacı Alfonso Cuarón'ın yönetmenliğini üstlendiği bilim-kurgu geriliminin başrollerini ise Sandra Bullock ve George Clooney paylaşıyor.(kaynak: www.beyazperde.com)


HiperBetty Yorumu

    İlk fragman yayınlandığından itibaren beni heyecanlandıran ve meraklandıran bir filmdi Yer Çekimi.Bende izlediğim filmlerin yorumunu ilk Yer Çekimi ile paylaşayım dedim.Belki bir çekim gücü oluşturur okuyucularımda :) Film gösterimdeyken Aydın'da olduğumuz için babanneye Zeynep'i bırakıp, sinema salonunda izleme fırsatı bulduğum nadir filmlerdendir.Benim için yeri ayrıdır yani...Çocuklu bir aile olunca ve çocuğu bırakacak yerin olmayınca sosyal hayatında bir çok değişiklikler oluyor.

      Yedi dalda Oscar alan film, ilk olarak bilimsel verilerle başlıyor. “Yeryüzünün 600 km üzerinde sıcaklık +125 ile – 64 derece arasında değişir. Sesi iletecek hiçbir şey yoktur. Hava basıncı yoktur. Oksijen yoktur. Uzayda yaşam imkansızdır.” Son görevine çıkan Dr.Ryan Stone'un (Sandra Bullock ) başına bizim tabirimizle “Bir şeyi kırk kere söylersen olur.” misali bir olay gelir.Sen misin sessizliği seven? Haberleşme panelinden kaynaklandığını düşündüğü bir problemi çözmek için Matt Kowalsky ile çalışırken houstondan Rus uydusunun füzeyle vurulduğu haberi gelir.Başta patlama sonrası oluşan enkaz bulutunun rotası Dr.Stone'un bulunduğu rota ile çakışmıyorken, füzenin patlaması zincileme reaksiyona sebep olur ve yörüngedeki bir çok uyduyu patlatır.Böylece yeni bir enkaz bulutu oluşur.Bu yeni enkaz bulutunun rotası ise Dr.Ston'un bulunduğu rotadır.Enkaz uzay istasyonunu parçalar ve Dr.Stone uzayda sürüklenir.Neyseki bir süre sonra yakışıklı aktörümüz George Clooney “Matt Kowalsky” karakteriyle gelir ve Dr.Stone'u bulur.Enkaz bulutunun bir daha tekrarlanmayacağını düşünürken, maalesef enkaz bulutu tam yeni uydularına kavuştular derken yine yakalar onları.Bu sefer Matt Kowalsky centilmenlik örneğinin şahını sergiler ve kendini feda ederek Dr.Stone ile yollarını tamamen ayırır.Bu aşamadan sonra bile Dr.Stone'un başına gelenler pişmiş ördeğin başına gelmemiştir.Dr.Stone aldığı eğitimlerin ve kendinden beklenen performansın çok üstünde bir performans göstererek yaşam savaşını kazanır..İyi seyirler...

6 Eylül 2014 Cumartesi

Zaman yoksunu kadınlar...











     Biz kadınlar kendi aramızda sohbet ederken, hatta dertleşirken bazen şöyle bir cümle kurarız “Kadınların çilesi hiç biter mi ?” yada “Ev işi hiç biter mi?” . Geçmişten bugüne kadınların hayatlarını bir gözden geçirin...Multi milyoner olanları değil tabii ki :) Eski zamanlardan beri biz kadınların hayatı hep zordu.Adeta ailenin planlama yöneticisiymiş gibi her şeyi saniye saniyesine planlaması gerekirdi.Sabah kalk,kahvaltı hazırla,çocukları uyandır,yedir,bulaşıkları topla,evi topla,evi süpür,evi sil, tozları al,haftada bir veya duruma göre iki kere çamaşır yıka,çamaşırları ipe as, kuruyunca topla,çamaşırları katla, ütülenecekleri ütüle,öğlen için yemek hazırla,akşam için tekrar yemek yap,çocuklara arada atıştırmalık (meyve,yoğurt,ceviz,fındık vs.) vermek lazım ,çocuklar varken her şey yerli yerinde kalmıyor tabii..Akşam işten eve eşin gelir.Yine kaldığımız yerden devam :) Sofra kur,yemek ye,sofrayı kaldır,bulaşıkları yıka,çayı veya kahveyi koy,servis yap,çocuk kavgası ayır,çocukları banyo yaptır,pijamalarını giydir,uyut ve uyu...Çünkü yarın yine erkenden mesain başlayacak. Genel ev temizliğine hiç girmeyelim bile...Hatta çocukları okula giden kadınların işlerini de katmadım :)
      Kadınların bu durumuna çare olmak için bazı hayırsever arkadaşlar hayatımızı kolaylaştıracaklarını düşündükleri makineleri buldu.Sanırım baya yoğun eşleri vardı ki eşlerinin yüzünü görebilmek için bu makineleri bulmaya kendilerini adadılar :)Derken buzdolabı,çamaşır makinesi,televizyon,radyo,bulaşık makinesi,gırgır,elektrikli süpürge,mikser,doğrayıcı,çırpıcı,su ısıtıcı,buharlı ütü,kahve makinesi,çay makinesi,mikrodalga fırın,yoğurt makinesi,fritöz,çorba makinesi hatta ev süpüren robotlar geldi evlerimize...

Yine de zaman bulamıyoruz.Gün bitiyor ve bir bakıyoruz ki kendimize hiç vakit ayırmamışız.Çocuklar uyuduktan sonra geriye iki seçenek kalıyor.Uyuyup dinlen yada uykundan çal ve kendine vakit ayır...Ne kadar zaman değişmiş, teknoloji her geçen gün kendini aşmış olsa da yine zaman yoksunu kadınlar...Benim tercihim mi? Bence uykudan çal ;)
      Değişmeyen bir gerçek varsa o da ev işi hiç bitmez.Benden söylemesi ;)


4 Eylül 2014 Perşembe

Affetmek...











     Çocuklarımızı yetiştirirken , onlardan öğreneceğimiz çok şey var. Bunlardan biri de affetmek. Şu manzarayı hepimiz görmüşüzdür. İki çocuk, birlikte oynarlarken birden anlaşamazlar ve kavga çıkar. Anneler olaya müdahale edip bir hakem edasıyla onları birbirinden ayırır.Çok değil sadece birkaç dakika birbirinden ayrı kalan çocuklar birbirini sormaya başlar ve bir de bakmışsınız sanki az önce birbirine girmemişler gibi oynuyorlar..Afallayıp kalırsınız:)
     İşte bu şekilde saftır çocuk kalbi..Kin tutmazlar,uzatmazlar, belki de bu yüzden hep mutludurlar. Affedemeyen insanın ruhu kapana kısılmış gibidir.Bir türlü huzur bulamaz.Her ne kadar boş vermiş gibi gösterse de kendini boş veremez. İçeride bir yerlerde haksızlığa uğradığı duygusu yüreğini kor ateşler gibi dağlar. “Bunu bana nasıl yapar?” der durur içindeki ses.Zordur o an ne yapacağına karar vermek.
      Affetmek mi? Affetmemek mi?Affetmek biz yetişkinler için karşı tarafın suçsuzluğunu kabul etme gibi görünür çoğu zaman.Zor gelir insana.Ama şu da bir gerçek ki affetmeyişimizle sadece karşı tarafı cezalandırmış olmayız.Aynı zamanda kendi ruhumuzu da cezalandırırız.Nefessiz kalıyor,her şey üstüne üstüne geliyor gibi hissederiz.Affetmek bizi özgür kılar.Deneyin ve görün. Kırgın olduğunuz insanla görüşmeden önce stres yüklü olan vücudunuz, karşınızdakini affettikten sonra üstünüzden koca bir yük kalkmış gibi rahatlamış hisseder.Birden günlerdir süren baş ağrılarınız son bulur. Hafiflersiniz. Hatta “Üç günlük dünya...İyi ki yapmışım, çok rahatladım.” dersiniz. Affetmek zor verilen karardır.Kendi kendinize şunu sormalısınız : “Ömür boyu azap mı? Ruhani huzur mu?”

    Kendinize bir iyilik yapın ve affedin...Azaptan kurtarıp, ruhunuzu özgür kılın...

“Düşmanını affetmemiş kişi, henüz yaşamın en yüce zevklerinden birini tatmamıştır.”
Johann Lavater

30 Ağustos 2014 Cumartesi

Boş kalan çerçeve...





Şimdilerin elektronik ortamda çıstak çıstak yapılan müziklerin aksine bir zamanlar insanın gönlünü titreten, karakterine sirayet eden, sevgi dolu, aşk dolu,hüzün dolu müzikler yapılırdı bu topraklarda.
Türk Sanat Müziği..Adının Türk sanat müziği olduğuna inanmayanlar varsa diye Vikipedi'den küçük bir not: Klasik Türk musikisi veya Türk sanat müziği ,makamlı bir müzik türüdür.Türk müziğindeki başlıca çalgılar şunlardır: Ud, kanun, keman, ney, tanbur, lavta, klasik kemençe, rebab, santur, kudüm,def ve zil.Benim favorim kanundur.
Bir müzik düşünün ki daha ilk tınısında alır götürür sizi sizden.İnsanın haleti ruhiyetine bir anda sirayet eden, “Allah beee..” dedirten şuana dek dilediğim tek müziktir.Sözlerini dinlerken hayatınızdan bir şeyler bulursunuz mutlaka..Şarkıya eşlik eden enstrümanlar ancak bu kadar bir güfteye yakışabilir.Besteyle güfte aşk yaşar, birbirleri için yaratılmışlardır sanki..Naifliğin, mütevaziliğin vuku bulduğu,şeref,onur,haysiyet gibi terimlerin önemini yitirmediği , sevgiliye olan saygı ve sevginin benzeri görülmemiş bir biçimde yaşandığı dönemin müziğidir Türk sanat müziği.İnsanın üzerindeki bütün negatif elektriği alır.Bence çikolatadan daha çabuk mutlu eder insanı..Pek güzel de ağlatır.Ama ağladıktan sonra bir rahatlama, bir arınma duygusu hissettirir insana.
Giden sevgilinin arkasından,
“Bırakma ellerimi
Bırakma yalnız beni
Son defa seyredeyim
O yaşlı gözlerini
Artık bülbül ötmüyor
Gül dolu penceremde
Yalnız hatıran kaldı ahh
Boş kalan çerçevede “
deme inceliğini yaşayabileceğiniz dönemdir. Şimdiki gibi yok bana yüz vermedin, beni nasıl boşadın gibi saçma nedenlerle şiddete maruz kalan kadınların aksine sevgili başının tacı yapılırdı o zamanlarda...İnsanlar şimdiki gibi insanlıktan çıkmamış,yardımsever ve hoşgörülüydüler.Birinin evinde yemek pişince o yoklukta komşuya da gönderilir, ”Kokmuştur” derlerdi..Mahalleli Ayşe teyzeyi bir gün görmesin kapıyı tıklatırlardı hasta mı acaba diye..Düğün dernek hep birlikte yapılırdı.İmece usulü..Evde kimin neyi varsa herkes kapıp getirirdi gelinin çeyizine.İnceliğe bak..Şuan hangi komşu hangisinin külüne muhtaç sorarım size ? Kendi çevremden örnekle mahalleler,komşular hatta aileler artık bölündü..Sürekli bir mıknatıs hali, insanlarda anlam veremediğim bir enerji birikimi..Sakinlik,dinginlik, olgunluk kavramları yok olmuş,çivisi çıkmış bir insanoğlu..
Peki ne oldu insanlara ? Ne oldu Türk sanat müziğine ? Çağa ayak uydurayım derken yok olup gitti tüm değerlerimiz...Teknoloji geliştikçe biz de müziğimiz de değişti.Artık müziklerimiz de insanlarımızda duygusuz,umursamaz ve umutsuz..Demek ki çabuk bozulan bir toplummuşuz onu anladık.Değerlerine,geleneklerine sahip çıkamayan bir toplum...
Yine de ey dost sen ümitsizliğe kapılma..Sen ve ben bunun farkındayız ya biz onlara dinletir kulak dolgunluğu sağlarız.Eminim ki o naiflik,mağrurluk,şerefine düşkünlük onlara da riayet eder.Kim bilir belki bir gün bakmışız küçük Münir Nurettin Selçuklar , İsmet Nedimler, Melahat Parslar yetiştirmişiz..

"Çok insan anlayamaz eski musikimizden.Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden"
Yahya Kemal Beyhatlı

28 Ağustos 2014 Perşembe

Üç Günlük Dünyada Üç Günlük Blog Yolculuğum..




Anladım ki blogda yazmak facebook hesabı açar gibi hesap açıp aklına gelenleri yazmak değilmiş..Bir sürü incik cıncık..
Birinci gün nasıl blog açıldığını,şablonlardan nasıl tema ayarlandığını ve ilk yazımı nasıl yayınlayacağımı öğrendim.Şablonlar pek hoşuma gitmedi “bu kadar mı yani ?”,”bu konuda yapılabilecek bir şeyler olmalı..” dedim.Sonra internette yer alan free şablonları keşfettim.Halen istediğim şablonu bulabilmiş değilim ancak tasarım olayını da bir günde öğrenemezdim ya :) Bu arada itiraf etmeliyim keyifli bir şey blog açmak.Bana göre Sims oynamaya benziyor bir nevi :) Sims oynarken en zevk aldığım şey evi dizayn etmekti. Saatlerce eşya alıp evi yeniden boyayıp sonra evi yeniden düzenleyebilirdim :) Bu şablon olayı da öyle bir şey işte.İki gün içerisinde ne kadar tema değiştirdirğimi anlatamam hatta bazı temaları bir kaç kereden fazla denedim:)En sonunda bu tema da karar kıldım.Umarım sizde beğenmişsinizdir.
İkinci gün temayı Türkçeye çevirmeyi öğrendim.İlk kod değiştirme deneyimimdi.Temanın bazı yerlerinde halen başarılı olamadım ama öğreneceğiz onları da inşallah :) Ha birde yazılarıma resim ekledim. Bloğuma gadget eklemeyi öğrendim.
Bugün üçüncü günüm ve öğrenmem gereken çok şeyin olduğunu biliyorum.Zeynep müsaade ettiği sürece tabii :)Evdeyken yapışık ikiz gibiyiz henüz tek başına meşgul olamıyor bızdık..Yap ikinciyi rahatla dediğinizi duyar gibiyim ama onu da benim maçam yemiyor :)Bu arada bir kez daha anladım ki insanoğlunun isteyip de öğrenemeyeceği,yapamayacağı hiç bir şey yok.Bunu ilk iş deneyimimde anlamıştım.Okullar , diplomalar, eğitim illaki gerekli ancak insanın kendini ne kadar geliştirmeyi istediği de çok önemli.Kendi ölçütün yine kendinsin. Hayat sonsuz bilgiyle donatılmış bu bilginin ne kadarıyla yetineceğin sana kalmış..Sanırım bugün telif hakları konusunda araştırma yapacağım.Birde bulogcuanne'nin bugünkü yazısında gördüğüm Arianna Huffington’ın Blog Yazma Rehberi kitabını bir an önce hatmetmem lazım:) Eşimde html kitabını verecek bana bir yandan beni bekleyen ev işleri de var.Bir annenin işi hiç biter mi? Bu arada Blogcuanne demişken kendisine teşekkür etmeden geçemeyeceğim.”Neden blog tutayım? Ve “Bir sene oldu..” yazılarını okuduktan sonra gelen bir cesaret fışkırması ile başladım bu işe..İyi ki başlamışım.


On parmağında on marifeti olan hamarat annelerden değilim belki ama yazmayı severim.Sevdiğim bir şeyi yapmayı daha çok severim :)

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Sev Kardeşim..







Şenay Yüzbaşıoğlu (1951, İstanbul - 4 Ocak 2013), Türk pop müzik şarkıcısı ve söz yazarı. 1971'de müziklerini basit bulduğu için pek gönüllü olmadan ama aranjmanların sözlerini de yazarak "Benim Olursan/Sev Kardeşim" adlı plağı doldurur. Plağın B yüzündeki "Sev Kardeşim" patlar, hem yılın şarkısı seçilir, hem de Şenay'a yılın şarkıcısı ödülünü getirir. Dönemin pop müzik şarkıcılarının aksine, sözlerini kendi yazdığı şarkılarında hümanist konulardan bahseder, daha aydın bir tavır takınır. (Vikipedi)

Bugün Şenay'ın Sev Kardeşim şarkısı dolandı durdu ağzımda.Madem bu kadar takıldı aklıma bende ZeynebinEzgisinde'de bugün hümanist bir hava olsun istedim.Hergün bloğuma o gün dinlediğim ve beğendiğim bir şarkının adını yazacağım ve o şarkıyı dinlerken yazacağım yazımı.Tıpkı şuan yaptığım gibi :)Şarkıyı dinlerken sözlerine takılmadan edemiyor insan..

Dünyaya geldik bir kere
Kavgayı bırak hergün bu şarkımı söyle
Sevdikçe güler her çehre
Mutluluklar bir olsun kalpler birlikte

İnsanların insanlıktan bu kadar çıktığı bu zamanda bugünleri görseydi Şenay vazmıgeçerdi yoksa sıkı sıkıya sarılır mıydı bu şarkıya acaba..İnsanlar artık duyarsız,hoşnutsuz,bencil,şiddete eğilimli..Tıpkı dostuma yapılanlar gibi..




Japonya'da Japon balıkçılar, önlerinden geçen Yunus sürülerini sığ sulara çekiyor.Tuzağa düşürülen yunuslar, ilk olarak zıpkınlarla güçten düşene kadar delik deşik ediliyor, ardından, henüz can vermeden kamyonetlere yükleniyor ya da araçların arkasına bağlanıp sürükleniyor.Daha sonra avların toplandığı yere getirilen yunuslar, burada can çekişirken, rastgele bıçak darbeleriyle doğranıyor. Acı içindeki balıklar, vücutlarındaki kan boşalana dek can çekişiyor.İnsanoğlu tabiki sadece yunuslara değil yeryüzünde güçsüz olan bütün varlıklara hatta kendinden olanlara bile uyguluyor bu şiddeti.Yunuslar zulüm gören halkanın sadece bir parçası..Dileğim yeryüzünde zulüm değil sevginin hakim olması.Bu yüzden Sev Kardeşim...